15 Temmuz 2013 Pazartesi 0 yorum

12 Yaşında Keşfedilen Doğuştan Kaptan Ruhlu!! Yeni Sözleşme İmzaladı!



0 yorum

Şampiyon Fransa!




Istanbulda Fifa'nın en büyük 2. organizasyonu oynanacak ve bu organizasyon dahilinde Türk futbolseveri futbola doyacak ve Dünyanın yeni yıldızlarını yeşil sahada henüz yıldızları parlamadan izleyecekti, bu muhteşem bir fikirdi. 
Kuralar çekilirken herkesin aklında Fransa ve İspanya'nın hangi gruplarda olacağıydı, kuralar çekildi iki dev takım A Grubunda birlikte mücadele edecekti , bir de yetmezmiş gibi U-20 turnuvalarının her zaman korkulan takımlarından biri Ghana ve acaba sürpriz yapabilir mi denilan USA de bu grupta yer alıyordu. Tabi A grubunun böylesine zorlu olması İstanbulda yaşayanlar için müthiş bir haberdi. 



(Turnuvanın en değerli oyuncusu seçilen Paul Pogba)









Fransa ilk maçında Türk Telekom Arena Stadında Ghana ile karşılaşıyordu. Ghana inanılmaz bir güçle rakibi kendi kalesine sıkıştırırken, Fransızlar neye uğradıklarını şaşırmış ama bu travmadan bir anda çıkmayı başarmış, 2. yarıya bambaşka bir  Fransa olarak çıkmışlar nitekim 65. dakikada Sevilla'nın yıldızı Kondogbia kapıyı aralıyor ve ardından Fransa 3-1 kazanıyordu. 2. maçında ise USA ile karşılaşan Fransa 1-0 önde götürdüğü maçı son dakikalarda muhteşem bir frikik organizasyonu sonucu elinden kaçırıyordu, Fransa'da büyük bir şok hakimdi, ve oyuncuların ağzını bıçak açmıyordu .Hepsi bu olanlara inanamamakta ve moral bozukluğunu üstünden atmaya çalışmaktalardı. Grubun son maçında ise İspanya ile karşılaşan Fransa bir erken final maçına çıkıyordu adeta, bu maçta Fransa'nın yıldızı Pogba  ve İspanya'nın yıldızı Deulofeu dinlendiriliyordu ve maç İspanya'nın 2-1 lik galibiyetiyle sona eriyor ve Fransa grubu 2. tamamlıyordu.

Fransa rotasını Gazi Antep'e çeviriyordu, Gaziantep yolculuğu pek yormamış olsa gerek sakatlığı sona eren Kurt Zouma'nın da takıma katılmasıyla Fransa Türkiye 4-1 gibi rahat bir skorla geçiyordu.Çeyrek finalde ise rakip Yunanistanı eleyen Özbekistan oluyor , Fransa ise yine zorlanmadan 4-0 ile sonuca ulaşıyordu.

Yarı Finalde Bursa'da eski bir dost Ghana ile karşılaşan Fransa ilk maç kadar rahat oynayamıyordu bu sefer , Ghana daha alttan ve daha temkinli bir oyunla sahaya çıkıyordu, Fransa hücumu zaman zaman Ghana karşısında tıkansa da Thauvin'in 2 golüyle Fransa finale doğru emin adımla ilerliyor ve Finaldeki rakibi ise turnuva favorisi İspanya'yı eleyen Uruguay oluyordu.







Final maçı için takımlar tekrardan İstanbula ulaşıyordu, artık futbolcuların döktükleri terler sonucunu alacak finalde ise yalnız bir takım kazanacaktı, final her finalde olduğu gibi iki takımında temkinli oyunuyla başladı seyrek gol pozisyonları olsa da 120 dakika boyunca oyunda gol sesi çıkmayınca sonucu artık penaltılar belirleyecek, bu noktada ise kalecilerin bireysel başarıları ön planda olacaktı. Fransa'nın kalesini PSG 'nin 2. kaleciliğini de yapan Areola korurken Uruguayın kalesini ise Turnuva da altın eldiven ödülünü kazanan Guillermo de Amores koruyordu. Penaltı atışları sonucunda kupaya uzanan Fransa olurken akıllarda Areolanın kurtardığı penaltılar ve müthiş refleksleri kalıyor, damaklarda tat bırakıyordu turnuva ve Fransa tüm futbolcularıyla en çok istediği kupayı kaldırıyordu.




13 Temmuz 2013 Cumartesi 0 yorum

U-20 dünya Kupası'nda Yıldızlar Yükseldi

Ülkemizde düzenlenen Fifa'nın en önemli 2. Turnuvası şehirlerimize yeni bir soluk getirdi. Neredeyse 2 güne bir oynanan maçlar liglerin bitmesiyle oluşan boşluğu bir nebze olsun doldurdu. Peki kim bu lekemize gelen gençler ve neler başardılar gelin bir göz atalım. 


Fransa takımıyla başlamak en doğrusu olur sanırım, her şeyden önce Kurt Zouma(sol üst) çok küçük yaşlardan beri beklenti olan yıldız oyunculardan birisi uzun ve güçlü fizik yapısı savunmada ekstra özellik yaratan hızıyla turnuvada grup elemelerinden sonra fark yarattı. Daha sonra peşinden PSG ve Monaco gibi takımları koşturan Lucas Digne geliyor, ülkemizde sol bek sıkıntısı yaşana Dursun dünyada bile sol bek sıkıntısı varken genç Fransız kanayan yaraya ilaç gibi geleceğe benziyor.



  Ganaya bakacak olursak iki isim bir hayli öne çıkıyor, Ebenezer Assifuah (yukarıdaki) ve Frank Acheampong. İki genç oyuncu da belki fizikleriyle dikkat çekmiyor ama onların  küçük yapıları ve yumuşak bilekleri ve hızları oyunda fark yaratmalarını sağlıyor. Yarı finale kadar gelmesinde Gananın bu ikilinin payı büyük .

Onları unutmak ayıp olur , Gana taraftarı her maç destekledi milli takımını ve turnuvaya milli takımlarına birlikte renk kattılar . Belki de takımlarının yarı finale ulaşmasındaki en büyük etken onlar ve takımın inancı oldu. 


Herhalde ismini birkaç sene içinde Avrupa'da en çok duyuracak olan oyuncu karşımızdaki: Gerard Deulofeu. Deulofeu hızı pas yapamadaki yeteneği ve tabii ki Barcelona alt yapısından yetişmesine borçlu olarak diğer adaylardan bir adım önde, turnuvada sergilediği futbol göz kamaştırdı ama bir kaza kurşununa giden İspanya'yı kurtaramadı.

  
Bir diğer parlayan yıldız: Juan Quintero. Henüz şimdiden bir diğer Kolombiyalı yıldız Falcao ile karşılaştırmaya başlanan genç oyuncu turnuvada takımını sırtlayan isim oldu kalitesini ise bir çok maçta gösterdi. O maçlardan birisi de Güney Kore maçıydı maçın 90 artı 3. Dakikasına 1-0 geride giren Kolombiya serbest vuruş kazanır ve topun gerisine Quintero geçer . Çoğu tecrübeli oyuncunun ayağının titreyebileceği bir anda meşin yuvarlağı ağlarla buluşturan Quintero takımına uzatma oynama şansı verir. 


Son olarak İrak milli takımı. Onları takım olarak turnuvanın yıldızı kabul etmek yanlış olmaz İngilterenin grubundan bir üst tura adını yazdırmayı başaran İrak bir anda gözleri üzerine çeker ve işte o anda peri masalı başlar , herkesin öngörüyle baktığı bu gençler İrak'a milli takımlar bazında en büyük başarısını yaşatıp finalin kapısından adeta şanssız bir şekilde döndüler. Maçın son dakikalarına önde giren Irak kalesini koruyamıyor ve dakika 89 da Uruguay'dan gol yiyordu uzatmalarda belki bir şansları daha vardı ama olmadı. Turnuva boyunca seyirciyi böylesine heyecanlandırması İrak için sürprizdi ve biz bir süre de olsa bu peri masalına tanıklık ettik


8 Şubat 2013 Cuma 0 yorum

Bir Yıldızın Hikayesi..



Son zamanlarda izlediğim en iyi (nadir sayıdaki) futbol filmlerinden birisi, HELENO. Aslında sadece bir futbol filmi olmaktan dışarı çıkıp şöhret ve nefret arasındaki dengeye dikkat çekilmiş. Her neyse sanatsal eleştiri yapmak bana düşmez.

Heleno Brezilya Futbol Federasyonu ile ortak yardımlaşma sonucu ortaya çıkmış bir film. Film'de Botafogo'nun aynı zamanda Brezilya'nın 1940'lı yıllardaki süper star mertebesine yükselmiş Heleno de Freitas'ın yükselişi ve bu yükseliş ile ani bir halde düşüşü ele alınıyor. Heleno yeni Leonidas olmak isterken işler onun aleyhine gitmekte 2.Dünya Savaşı nedeniyle ertelenen Dünya Kupası ve kendi hırsı onu cehenneme sürüklemektedir.
Film'de aynı zamanda Heleno'nun  aşk, içki ve uyuşturucu  düşkünlüğü de dikkate alınmış. Bu Filme yalnızca bir futbol filmi demek absurd kaçar. Her neyse daha fazla detaya girerek filmin zevkini kaçırmak olmaz, iyi seyirler.

6 Aralık 2012 Perşembe 0 yorum

Kamuflaj ve Mario İşte Sonuç


4 Aralık 2012 Salı 0 yorum

Manchester City Takvim Reklamı ve Balotelli



                      
                                    Balotelli kaldığı yerden...
0 yorum

Ve Dortmund Tekrar Oyunda..

        Geçen sene tüm Dortmund taraftarları için unutulmaz bir sene oldu, öyle ki Schwarzgelben(Sarı-Siyah) lig şampiyonluğunu korumuş ve takımın 103 senelik tarihinde ilk kez 2 kez üst üste DFB Pokal alma başarısını göstermişlerdi. Sadece takımlarının bu başarısı değil aynı zamanda toplamda 81 puan ve 28 maçlık yenilmezlik rekorunu da elinde bulundurması buna etkendi.
        Takım 2011 yazında kaptanları Nuri Şahini Real Madrid'e satmasına rağmen yeri hemen ve etkili bir şekilde Milli Japon oyuncu Shiniji Kagawa tarafından dolduruldu, bu sene başında Kagawa'nın Manchester'a transferi ile de değişen bir şey olmadı ve Kagawa'nın yeri Almanyanın en çok gelecek vaad eden bir diğer oyuncusu Marco Reus ile doldurulmayı başardı. Farkediliyor ki gelen gideni aratmıyor Der BVB'de. Sistemin çarkları değişiyor, belki de en önemli çarkları, ancak yine de  değişen bir şey yok.
Ancak Klüp geçen sene oynadıkları Şampiyonlar Liginde genç ve tecrübesiz kadrosuyla Arsenal, Schalke ve Olympiacos'un olduğu grubu sonuncu bitirmiş, bu sonuç ise onlar için pek tabii ki tatmin edici olmamıştı. Bu sene katıldıkları grupta ise ne kadar tecrübe edindiklerini ve ne derecede yetenekli olduklarını grubun 2 takımını  yenerek gösterdiler ki bu takımlar  Real Madrid ve Ajax gibi Avrupanın en güçlü takımlarıydı.Ayrıca Manchester City maçında ise galibiyeti kaza kurşunu ile kaçırmışlardı.


Yeşil sahada aldıkları başarıyı dudak ısırtacak şekilde finansal başarı ile destekleyen Der BVB Sportif başarının ekonomik başarıyı destekleyen en önemli etken olduğunu da dünya takımlarına gösterdi. 2011- 2012 sezonunda takımın geliri %47 gibi müthiş bir oranla artarak 215 milyon Euro seviyesine yükseldi. Bunların içerisinde 80 milyon Euro ile Almanya liginin ortalaması olarak tanımlanan bir Futbolcu maaş ücretleri de dikkat çekiyor. Bu durum takımın henüz birkaç yıl öncesinde yaşadığı finansal sıkıntıları nasıl aştığını göstermekte, takım ikonu olan Westfalenstadion’u 2002 senesinde satmak zorunda kaldı. Daha da kötüsü bu kötü durumu o senelerde flaş transferlerle geçirmeye çalışan Dortmund cephesi daha da borç bataklığına sapıyor ve ip iyice inceliyordu.

Klüp daha sonra asla ölme sloganıyla yola çıkan taraftarlarının ‘We are Borussia’ kampanyası ile yeniden ayağa kalkmaya başlıyor ve stadın ismini kiraya vererek biraz da olsa finansal açıdan rahat bir nefes alıyordu.
  Dortmund yaptığı hatalardan ders almaya başlıyor ve daha başarılı bir finansal model’e ayak uydurmaya başlıyor son yıllarında. Bunun açıklaması ise borçlanma olmadan  en yüksek sportif başarıyı yakalamaktı ve bunu alt yapıda kaliteli futbolcu yetiştirerek başarmış gibi gözüküyorlar. Bunların ilk meyvesini ise Mario Gotze, Kevin Grosskreutz ve Marcel Schmelzer ile almayı başardılar ve bu oyuncularla uzun soluklu 2016 ve 2017 tarihlerine kadar sözleşme imzaladılar.

Son 3 sezonda bir çok Alman takımı Dortmundun gider gelir tablosundan aşşağıda yer aldı bunların başında 116 Milyon Euro ile Bayern Munich 1. Sırada geldi. Avrupada başarı bekleyen diğer kulüpler ile ise karşılaştırılması güç bir yerde Dortmundun. Bunlar içerisinde sahibi petrol zengini takımları bulmak hiç güç olmayacaktır tabii ki. Bu tabloya Marco Reus’un 17 milyon Euro ya takıma katmalarını da dahil edersek bu inanılmaz bir başarı olmalı. Bayern’in Sportif Direktörü ise bu transfer sonrası, Dortmundun tekrar şampiyonluk için büyük bir favori olduğunu vurgulayacaktı. Lewandowski’nin de takımdan ayrılma dedikoduları arttıkça tablonun nasıl bir seviyede olduğunu görmek zor olmayacaktır. Her ne kadar Der BVB Lewandowskiyi hiçbir ücrete satmayacağını belirtse de Lewandowski’nin sezon sonunda takımdan ayrılacağı ciddi şekilde konuşulmaya başlandı. 

Ardarda gelen bu başarılar Deloitte’un 2011-2012 Football Money League raporuna da yansıdığını görüyoruz. Dortmund bir çok Avrupa takımını geride bırakarak Futbolun En büyüklerinin içerisinde kendine yer bulmuş. Birkaç yıl önceki durumunu düşünürsek bu sıralamaya gelmeleri kolay olmadı.

    
Sonuç olarak Dortmund Bize Başarının sırrının büyük paralar harcanması, ortaya dökülmesi olmadığını bunun maksimum sportif başarıya borçlanmadan ulaşmak olduğunu gösterdi. Bütün bunları kenara bırakırsak Avrupa Futboluna yeni bir ekol kazandırdığını da görebiliriz. Sahada onları oynarken izlemek, başarının bu kadar taşlı yollardan sağlandığını düşünürsek Dortmund umarız en çok bizim kulüplerimize iyi bir örnek olur demeden kendimi alamıyorum.